Savaşlar- Hücreler- İşkenceler ; Kadınlar için daha zor. Hamileyken askıya alınmak... İşkencecilerin tecavüzüne uğrayıp, hamile kalmak... Bebeğini cezaevinde doğurmak yahut , Şenal Abla gibi memede ki bebesini dışarıda bırakıp, soğuk hücrelerde, işkence altında , SÜT'ü kesilmek... Onlarca kadının cezaevi öyküleri... Cam Bardaklar Kırılsın... Diyeceğimiz bir oyun...

Sivas, Maraş, Dersim Belgesel Oyunlarımızdan sonra yakın geçmişimizin en karanlık sayfasına, tiyatro sahnesinden bir ışık tutacağız; anılarınızla, acılarınızla, direnmişliğinizle, ışığınızla ortak olun.

''Aladağılı Mıho'' bölge insanının; ağa. şıh ve bazı kolluk güçlerinin kurtulamadığının anlatıldığı bir oyundur. Anlayış her ne kadar fakir ve çaresiz olursa olsun ''halkın'' devlet ve ağalarının kölesi olduğudur. Köylüler ağalar için tarlalarda çalışır, silahlanır, adam kaçırır talana ve kaçakçılığa karışır ancak her zaman aç ve çaresizdir.

Duyduk duymadık demeyin. Düşman Çanakkale’ de… Yayılmacı kanlı elleri boğazımızda. Sıkar ha sıkar… Duyduk duymadık demeyin… Herkes köy meydanına… İnancın orkestrasıydı bunun adı. Yedi bölgeden, yedi başlı koç gibi geldiler. Hiçbirinin gidecek başka bir yeri yoktu. Gitmek isteyeceği başka bir yer de... Kimsenin bir karış toprağında, bir damla gözyaşında, kör niyetleri yoktu.

Islah, Tenkil, Sürgün… “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde eğilmedim, bu da size dert olsun” SEYİT RIZA

Gurbetin kendisi zaten ölümdü, onların gurbeti ablası Sanem'in ölümü ardından tutunmaya çalıştıkları Tuzluçayır da verilen ölüm-kalım mücadelesiydi. Veli ve Bayrak ailesinin yaşanmışlıklarından hüzünlenip, güleceğimiz öykülerden Serdar Doğan'ın oyunlaştırıp, sahneye taşıdığı, Ankara Simurg Oyuncularının performanslarıyla seyircisiyle buluşuyor.

Oyunda 12. yüzyılda tüm baskılara haksızlıklara yoz yobaza inat rubaileri ile sisteme karşı duran Hayyam günümüze geliyor ve sizi izledim diyerek tüm suskunluğumuzu, yargı sistemimizi, çalan çırpanları, Sivas taki alçakça katliamı, dönenleri, tutuklu gazetecileri, hayata geçmeyen açılım yalanlarını, daha hüküm bile giymeden hapiste yargılanmayı beklerken sevdiklerinin cenazelerine dahi katılamayanları anlatıyor

Anadolu’mda birlik bozulmuş, siyasi dirlik kalmamıştı. Kadim halkları kan ağlıyordu. Bir yanda kin ve nefret, diğer yanda açlık-yoksulluk… Erenler imdada yetti… Yunus’un dili, Ahi Evran’ın usta-çırak geleneği ile ticaret birliği sağlaması, Şems ile ışıldayan Mevlâna… Horasandan Hünkâr’ın sökün eylemesi ile, birlik yeniden sağlanıp, dirlik kuruldu.

Bütün toplumların sosyolojik ve antropolojik olarak kutsadığı, önem verdiği, her biri için ayrı ayrı ritüeller geliştirdiği gerçekliğimizdir. Gezi direnişi, Suriye ve ortadoğudaki savaş; çocuk gelinler, taciz, cinsel kimlik ayrımcılığı ve günlük bölgesel politikalar üzerine; aklı, vicdanı, politik zekası ile bir grup köylünün, yer yer dramatik, yer yer eğlenceli köyseyirlik sunumudur

Kıyımlar vardı Kerbela’dan önce…  Kıyımlar oldu Kerbela’dan sonra…  Hem, Habil, Kabil’i öldürmedi mi? Almadı mı kardeşinin canını? Her dönem kardeş kanı dökecek bir kansız çıkmadı mı? Aynı Peygamberin ümmetiyiz diyenler, kıymadı mı Hüseyin’e, Ehli Beytin goncalarına?

Korkunun kokusu, rengi, ayak izi yoktur. Kapınızı haber vermeden çalabilir. Karanlığın kirli elleri, aydınlığın kapılarını bir bir kapatırken; kendinizin, çocuklarınızın aydınlık geleceği için, yaşadığımız bu güzel coğrafyayı daha yaşanası kılmak için Maraş...

Sistemin dayattığı çıkmazlarda yaşanan ve parçalanan bir evlilik;  ödenemeyen borçlar, icralar içinde sıkışmış bir adam, onun her türlü düzenbazlığı yapıp tarikatlara, yüksek makamlara yanaşan arkadaş çevresi, sistemin tokadını yemiş bir hayat kadını çevresinde gelişen trajikomik bir evlilik komedisi...

Tuna nehiri kıyısında bir bar. Kocası arafından yıllar önce terk edilmiş bir kadın. Sevgilisiyle kavga edip kapıyı çarparak kendini sokağa atan bir adam... Eksik yaşanmışlıklarla kadın - erkek ilişkileri. Yarım kalan hayatlar üzerine bir orgulama...

Türkü devrimcisi, büyük ozan Ruhi Su ustamızın yaşam hikayesinden, acılarından, türkülerinden, direncinden oyunlaştırılan; RUHİ SU’ ya Türkü oyunumuz sizlerle. Mustafa Suphi’ lerden, Erdal Eren’ e uzanan devrimci süreç;

Ne yalan söyleyeyim ; hep kıskandım seni... Benden önce bağlama çalışını, turnalar gibi semah dönüşünü, mavi, serseri, çocuk gülüşünü, dimdik duruşunu, o yunus sabrını ve sevgini çok kıskandım ve çok kızdım ...! Beni bırakıp gidişine, benden önce ölüşüne...